Çocuğunuz bilerek kendine vuruyor, zarar veriyorsa endişelenmekte haklısınız. İlk önce kendine zarar verme davranışının ardında ne olabilir sorusunu kendinize sormakla sürece başlayın.Vurma davranışını gözlemleyerek öncesini ve sonrasını not alın.
Uykusuzluk, açlık veya herhangi bir temel gereksinimi karşılanmayan çocuk kendine vurma, saldırganlık davranışları gösterebilir. Çocuk bu davranışları çevresinde görüyor olabilir, çok ama çok kontrollü bir evde yetişiyor olabilir.ya da hiç kontrol olmayan, belirsizliğin hakim olduğu bir evde yetişiyor olabilir.
Kısaca, bu davranışı çocuklar bir sebebe bağlı olarak gerçekleştirirler. Anne ve Baba kendilerini suçlamadan, sakin kalarak öncelikle dediğim gibi gözlem yapacaklar bu davranışla ilgili.
Ebeveynler bu durum karşısında ne yapmalıdırlar?
Öncelikle bu davranış görmezden gelinerek başlangıç yapılabilir, bu sadece bir, iki kere görülen davranış olabilir. Fakat sürmeye devam ettiğinde çocuğumuz 1-2 yaşında dahi olsa onunla konuşulmalı. Bu davranışın uygun olmadığı çok dolambaçlı yollarla değil, kısa ve net cümlelerle ifade edilmeli. Korkutucu kelimeler kullanılmadan doğru bir davranış olmadığı söylenmeli çocuğa.
Örneğin, kendine vurulmaz, vurmak doğru bir şey değil, kendine zarar vermeni istemiyorum gibi kısa ve net konuşma yeterli olacaktır. Çocuğunuzun yaşı 4-5 ise daha ayrıntılı ve uzun konuşmalar yapabilirsiniz.
Çocuğunuzu sürekli engellemeyin, engellenen çocuk kaygı yaşar ve kendini de ifade edemiyorsa, konuşmaya başlamadıysa vurma davranışı gösterir. Çocuğunuzu anlamaya çalışın, ağlama yeter demek yerine onu dinleyin. Karnı acıkmış olabilir, çok terlemiş olabilir, yattığı yerde rahat etmiyor olabilir. Çocuğunuza sürekli hayır demek yerine farklı iletişim kurun. ''Hayır oyun oynayamayız şimdi, görmüyor musun işim var benim'' tepkisi yerine ''Şu anda bitirmem gereken bir işim var, bitirip oyuna başlayacağım seninle'' gibi.
Vurma davranışı anında, vurma, dur, yapma, yeter yerine, hadi gel legolarınla oynayalım, hadi birlikte şarkı söyleyelim, hadi gel en sevdiğin kitabın resimlerine bakalım şeklinde yaklaşın. O anda davranışı sürekli söylemlerle pekiştirmek yerine o andan uzaklaştırmayı deneyin.
İyi gözlem yaptıysanız vurma davranışını göstereceğini hissettiğiniz an o durumdan uzaklaştırın. Vurmasını beklemeyin.
Ve son olarak şunu ekleyerek bitireyim;
2 Yaş sendromu ( Terrible Two ) - 14 aydan itibaren başlayabilir- olarak adlandırdığımız dönem çocuklarında kendine vurma, kafasını bir yerlere vurma, kendini yere atarak tepki verme halleri görülmektedir. Bu davranışların bu döneme özgü olduğunu unutmadan, geçici bir süreç yaşadığınızı aklınızda tutarak, sabırla hareket etmeniz gerekmektedir. Çocuğunuzun ısrarla üstüne giderek iletişim kurmak yerine, onunla konuşarak iletişim kurmanız daha sağlıklı olacaktır. Yukarıda belirttiğim gibi yönergelerle ve ''Bu şekilde davranmanın bir işe yaramıyor, sorun çözmüyor, gel birlikte konuşalım ya da birlikte ne olduğuna bakalım'' şeklinde konuşarak çocuğunuza yaklaşın. Çocuğunuz kendisine vurmanın, ağlamanın herhangi bir kazanca sebep olmadığını anlayınca - annenin kucağına alması, babanın arabaya bindirip gezdirmesi, televizyon açılması - bir süre sonra bu davranışı tekrar etmemeye başlayacaktır.
Elbette bu yazılanlar iki dakikada gerçekleşmeyecek sevgili anne, babalar. Karşımızda bir yetişkin yok. Çocuk yetiştirmek demek, her dönemde ortaya çıkan yeni davranışlarla birlikte çocuğumuzla bizim de büyümemiz demek. O davranışı yok sayma ihtimalimiz olmadığına göre ve süreç içinde yetişkin olan biz olduğumuza göre rehberlik görevini anne-baba olarak üstleneceğiz. Kimi çocuk üç, dört gün bu şekilde davranıldığında vurma, ağlama davranışını artık bir daha tekrarlamayacakken, kimi çocuk on gün, on beş günlük süreç yönetimi sonucunda kendine vurma davranışını söndürecektir. Önemli nokta, anne, babanın net, sakin ve istikrarlı olmalarıdır.
Ama bu davranışların ortaya çıkmaması için ya da çocuğunuzla daha sağlıklı ilişki oluşturmanız için kesinlikle sizlere tavsiyem; sürekli oyun halinde olun. Çocuğunuzla temas kurun, birlikte hayatı yaşayın. Çoğu sorunun temelinde yeterilince doyurulmayan çocuğun benimle ilgilenin mesajı olduğunu görmekteyim. Bu mesajı vermesine gerek kalmadan siz çocuğunuzla vakit geçirin.
Tüm anne ve babalara kolaylıklar dilerim.
Psikolog Cihan Çelik
7 Ağustos 2017 Pazartesi
29 Haziran 2017 Perşembe
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM NEDEN ÖNEMLİDİR? KAÇ YAŞINDA BAŞLAMALIDIR?
Son dönemde sıkça tartışılan konulardan biri, çocuklar ne
zaman anaokulu, kreş’e başlamalı? Bu konuda her uzmanın farklı görüşünün olması
ailelerin aklını karıştırmaktadır.
Bence ilk doğum anından itibaren çocuğun annesi ile elinden
geldiğince birlikte vakit geçirmesi sağlıklı olacaktır. Bunun süresini
etkileyen çok etken var günümüzde. Ekonomik şartlar maalesef en etkin olanı. Bu
yüzden çocuk anne ile iki yıl geçirmeli, üç yıl geçirmeli, hatta dört yıl
birlikte evde vakit geçirmeli genellemesine girmeyeceğim. Bunun günümüzde
acımasızlık olduğunu düşünmekteyim. Hangi anne çocuğu ile vakit geçirmek
istemez? Neden bu vicdani eziyet çalışması?
Kültürden kültüre değişiklikleri unutuyoruz.
Geçen dönem 4.5
yaşında olup, kayıt döneminde, ‘oğlunuz ne kadar süredir okula gidiyor?’’
sorusuna annenin ‘’3 senedir okula gidiyor’’ cevabı ile şaşkınlık yaşamıştım.
Amerika’dan gelmişti aile ve 1.5 yaşında iken çocuğunu kreşe başlatmıştı. Burada bu
mevzu belki de anneliği sorgulamaya kadar giden sürecin başlangıcı olabilirdi.
O yüzden ben anneliği sorgulamadan, neyin daha sağlıklı olabileceğini, her
aileyi biricik ve tek kabul ederek yorumlamaya karar verdim.
A ailesinin değişkenleri ile B ailesinin değişkenleri
arasında dağlar kadar fark olacağından, genellemeler ve keskin yorumlamalardan
kaçınmaktayım bir süredir. Bunun herhangi bir fayda sağladığını da görmedim.
Bu değişkenlikleri göz ardı etmeden okul öncesi eğitim
yaşının aileden aileye değişkenlik gösterebileceğini unutmadan, eğer imkanlar uygunsa 24 aylıktan sonra başlanabileceğini düşünmekteyim. 36 ay’dan sonra ise çocuğun kesinlikle başlayabileceğini düşünmekteyim.
Çocuk artık bağımsız şekilde hayatına devam edebilen,
iletişimi kuvvetli, arkadaşlarıyla temas kurabilen, birey olarak var olan bir
kişi olmuştur. Bu kişi artık belirli saatleri rahatça ve mutlu olacak şekilde
Anaokulu’nda geçirebilecektir. Burada da elbette zorlanan çocuklar olacaktır ki
o zaman kişisel danışmanlık devreye girerek sorun çözülecektir.
Erken çocukluk eğitimi, sonunda bütün hayat boyu yolculuğun
temelini oluşturacak dönemdir. Verimli geçirilmesi sonucunda yolculuk çok daha
sağlıklı ilerleyecektir.
Şimdi uzun yıllar Anaokulu Öğretmenliği yapmış Vicki
Palmer’in, -yaklaşık 35 yıl- bir eğitimcinin, okul öncesi eğitimin 12 önemli
yararı yazısını okuyalım.
1.Toplumsallaşma:
Çocuğun ailesi dışındaki insanlarla güvenli bir çevrede
sosyalleşme becerisinin gelişmesi. Anne-babalar olarak, çocuklarımızı diğer
çocuklar iletişime geçmelerini ve kendi dostluk grupları oluşturmalarının
önemini bu dönemde anlıyoruz.
Çocuklarımıza utangaçlığın üstesinden gelmek ve özgüven
kazanmak için yardımcı olan bu işlemi ne kadar yoğun yaparsak o kadar iyi
olacaktır. Bunu önemsememek demek aslında sosyal gelişimlerini önemsememek
demektir.
2. İşbirliği Kavramı:
Çocuğun kalbine en çok sahip çıkan profesyonellerin
rehberliğinde, nasıl paylaşılacağını, nasıl işbirliği yapacağını, değiş tokuş
yapmanın ne olduğunu ve emniyetli bir öğrenme ortamında ikna etme becerilerinin
öğrenildiği dönemdir okul öncesi eğitim dönemi.
Kendi evinde kardeşiyle evde paylaşımda bulunmayan özellikle
ilk çocuk için önemlidir bu beceri gelişimi. Zor bir aşama olacaktır ama ne
kadar erken öğrenirse o kadar güzel olacaktır.
3.Bütüncül Gelişmeyi Teşvik:
Bir çocuğun duygusal, sosyal, fiziksel ve zihinsel gelişimi
için onlara ömür boyu hazırlanacak güçlü bir temelin oluşturulduğu beceri
aşamasıdır.
Erken çocukluk eğitimcileri, her bir çocuk için desteğin
gerekli olduğu alanları belirleyerek, bu çocukların programlarını buna göre
belirlerler ve etkinlikler ile desteklerler. Okul Öncesi çocuklar genellikle
yardımcı, kooperatif ve kapsayıcı oldukları için, bu konulardaki gelişimleri
oldukça önemlidir.
4. Hayat Boyu Öğrenme İçin Coşku:
Dersler, çocukları etkili öğrenciler olmaya teşvik edecek
eğlenceli ve heyecan verici bir şekilde verilmelidir. Şevkle ve hevesle
öğrenmeye susamaları gerekir. Eğitim sevgisi, okuma, öğrenme, keşfetme, doğayı
tanıma okul öncesi eğitimde kökleşmektedir.
5.Eğitimin Değerini Deneyim Yoluyla İletim:
Rol modeli olarak bir örnek belirleyerek ve gerçek
deneyimler sağlayarak öğrenme ve eğitimin değerini kavrayabilmesi gerekir. Anne
babalar her zaman bir çocuğun erken yaşta okul öncesi gezilerin, farklı
çevreleri görmenin farklı bir bakış açısı kazandırdığını bilmektedirler.
6. Saygı:
Başkalarına saygı duymayı öğretmek. Bu, insanlar ve eşyalar
ile sınırlı değildir. Aynı zamanda hem çok acil hem de küresel olarak tüm
çevreye saygı duymayı öğretmek.
Bu erdemi öğrenmek için, her şeyin paylaşıldığı, keyifli bir
okul öncesi ortam ve organik olarak öğretimin olduğu güzel bir yer önemlidir.
7.Takım Çalışması:
Ekip çalışmasının, başkalarının görüşlerine, dinleyiciliğine,
işbirliğine ve eşitliğe saygı gösterebilen bir okul öncesi dönem olması
önemlidir.
Birçok okul öncesi etkinlik, bu nedenle ekip çalışması etrafında
toplanmaktadır. Erken yaşta bir ekipte nasıl çalışacağını öğrenen bir kişi
nihai olarak daha sonra sosyal açıdan uyumlu olacak ve hayattan daha fazla zevk
alacaktır.
8.Esneklik:
Erken çocukluk eğitimcilerinin ve ebeveynlerinin mümkün
olduğunca erken çocuklukta direnç geliştirmeleri için birlikte çalışmaları
önemlidir. Açık beklentiler ve öngörülebilir sonuçlar ile tutarlı, güvenli ve
adil bir sosyal çevre yaratarak çocuklar kendilerini ve duygularını yönetme
becerilerini geliştirebilirler.
Bir öğretmenin, çocukların ilk elden deneyimler yoluyla
öğrenebilecekleri ortam sağlamak için yaptıkları iştir. Sıkıntılar, zorluklar
veya zaman zaman bir oyun kaybetmeler, bunlarla ve bunlardan daha büyük
zorluklarla başa çıkma stratejileri oluşturmak için bu dönem çok kritiktir.
9.Konsantrasyon:
Okul Öncesi dönemde, çocuklar yeni fırsatlar, yeni
arkadaşlıklar ve yeni ortamlar keşfetmek için her fırsatta araştırma yaparlar.
Zihinleri çok canlı ve yaratıcıdır.
Erken çocukluk öğretmenleri, bu yoğunluğu, dinleme,
yönergeleri takip etme, görevlere katılma ve konsantrasyonun kritik yaşam
becerisini geliştirmeye yönelik grup etkinliklerine katılma becerisi ile
dengelemeliler.
10.Sabır:
Her gün yetişkin olarak, sabrımızın test edildiği durumlarla
karşılaşabiliriz. Çocuklar, sabrı keşfedip, uygulayabilecekleri bir sürü sosyal
deneyime dahil olma fırsatına ihtiyaç duyarlar.
Örnekler, rol modelleme ve sosyal deneyimler yoluyla
öğreterek, çocuklara sabrı geliştirip sıralarını alma becerisini öğretiriz.
Okul öncesi dönemde bunu oyuncakla, oyunla yapmak çok daha kolaydır.
11. Güvenlik ve Benlik Saygısı:
Bu kritik. Güçlü bir refah duygusu, çocuklara yeteneklerini
ve ilgi alanlarını keşfetmeye teşvik edecek olan güven, iyimserlik ve benlik
saygısı sunar.
Diğer çocuklarla ve öğretmenlerle olumlu etkileşimler
kendilerini güvenli bir şekilde algılamalarını sağlayacak ve hayatları boyunca
durumlara ve sorunlara kendilerince güvenle yaklaşmalarını sağlayacaktır.
12.Çeşitliliğe Maruz Kalma:
Farklılığa ve çeşitliliğe önem vermek bir çocuğun erken
gelişiminde çok önemlidir. Erken çocukluk eğitimi, çocuklara farklılıkları
takdir etme ve kabul etme yönünde yardımcı olur ve toplum için çok yönlü
katkıda bulunur.
Çocukların, herkesin kendi kültür, inanç ve etnisite ile
kendi yolunda benzersiz ve özel olduğunu anlamaları önemlidir.
Özetle;
Anaokulu Eğitimi oyun oynamaktan ya da vakit geçirmekten çok
daha fazlasıdır. Okul Öncesi Eğitim’in temel eğitimsel faydaları somut
nitelilktedir. Bunun yanında çocukların çok yönlü birey olmaları konusu bizim
için çok değerlidir bu dönemde.
Lütfen çocuğunuzun bir ömür boyu sürdüreceği bu fırsattan
mahrum kalmasına izin vermeyin.
28 Haziran 2017 Çarşamba
ÇOCUKLARA NEDEN ZEKA TESTİ UYGULANMALI? ZİHİNSEL KEŞİF NEDİR?
Son dönemde
‘’Çocuğunun Potansiyeli Keşfedemeyen Aile’’ sorunu ile karşılaşmaya başladım.
Bu keşif olumlu manada keşfedememek olduğu gibi, olumsuz manada keşfedememek
şeklinde de olabilmekte.
Çocuğunuzu keşfetmek
demek aslında, tanımak demek. Olumlu ya
da olumsuz anlamda tanımak. Bu yazıda ‘’Zihinsel Keşif’’ ten bahsedeceğim.
Akademik yolculuk için ailenin çocuğunun zihinsel keşfini yapmış olması
gerekiyor. Sonrasında duygusal keşif ile birlikte eklenerek çok güzel bir
gelecek yolculuğu sağlanabilecektir o çocuk için.
Zihinsel keşif ile
çocuğunuzun nelere başarabileceğini, neleri başaramayacağını, neleri
başarabilecekken neden başaramadığını ya da neleri başaramazken başarma baskısı
ile karşı karşıya kaldığını göreceksiniz. Bu da nasıl bir yol izlemeniz
gerekliliğini size gösterecek. Bu durum asla bir kodlama, çocuğu sınırlandırma
değildir. Aksine, tekrarlıyorum, çocuğu tanımadır. Çocuğun farkına varmaktır.
Şimdi size bu keşfin
nasıl yapıldığını, hangi yolun izlendiğini anlatacağım. Yapılan uygulamamız olan
Wisc-r ( Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği) Testi ile bu anlatıma başlayayım.
WISC-R NEDİR?
Wısc-r (Wechsler
Çocuklar İçin Zeka Ölçeği), 6 yaşından 16 yaş 11 ay’a kadar olan çocukların
bilişsel yetilerini değerlendirmek için bireysel olarak uygulanan bir klinik
araçtır. Uygulamanın tamamlanması 1 ila 1.5 saat arası sürmektedir. Rapor ve
sonuçların puanlanması, tecrübeli bir Psikolog’un tamamlanması 3-5 saat
arasında sürer.
NEDEN BİR ÖĞRETMEN
BİR WİSC-R RAPORU ÖNEREBİLİR?
Bir sınıf öğretmeni
bir çocuğun performansında tutarsızlıklar görürse veya çocuğun uygun görev
notlarını kavrayabilmesi için gereken durumu görmek için test uygulaması
isteyebilir. Wisc-r bir öğrencinin öğrenmesini, potansiyelini ve becerisini
değerlendirir. Wisc-r kapsamlı bir psikoeğitim değerlendirmesinin parçası
olarak düşünülmelidir.
WISCR
DEĞERLENDİRMESİNİN TEMEL FAYDALARI
Başlıca yararları
şunlardır,
- Okuma ve öğrenme konularının erken teşhisi,
- Öğrenme güçlüğü tanımlamada işlevselliği,
- Bir öğrencinin, çocuğun öğrenme profilini anlama,
- Üstün Zekalı ya da Zeka Yetersizliğini anlayabilme,
- Öğrencinin hem güçlü hem de zayıf yönlerini anlama, bireysel öğrenci performansı üzerindeki etkisi dolayısıyla öğrenme süreçlerini belirleme becerisi,
- Değerlendirme, aynı zamanda okulların daha işlevsel hale gelmesi için bireysel potansiyele göre plan geliştirme olanağı sunması.
WISC-R RAPORU NASIL
MANTIKLI OLUR?
Wisc-r, psikolojinin
öğrenme modellerini tanımasına olanak tanır. Dizinler olarak adlandırılan dört
ana bileşeni vardır. Bunlara, Sözel Anlama İndeksi, Algısal Akılcılık İndeksi,
Çalışma Belleği İndeksi ve İşleme Hızı İndeksi denir. Bu dört alanın her
birinde, endeks skorunu oluşturan .eşitli alt testler bulunur.
Sözel Anlama İndeksi
Sözel Anlama İndeksi,
sözlü kavram oluşumu, sözlü akıl yürütme ve bir çevreden edinilen bilgiyi
ölçer. Alt testler şunları içerir;
- Kelime Bilgisi: Kelime bilgisi ve anlamı,
- Benzerlikler: Sözlü kavramlar ve akıl yürütme
- Anlama: Toplumsal bilgi ve farkındalık
- Bilgi: Sözlü olarak kodlanmış, olgusal bilgilerin geri çağırılması
- Kelime Akıl Yürütme: Genel Akıl Yürütme Yeteneği
Algısal Akılcılık
İndeksi
Algısal Akılcılık
İndeksi, algılamalı ve akışkan akıl yürütme, mekânsal işleme ve görsel-motor
entegrasyonu ölçer. Alt testler şunları içerir;
- Blok Tasarımı: Görsel mekânsal akıl yürütme ve kavram oluşumu.
- Matris Akıl Yürütme: Sözel olmayan akıl yürütme ve kavram oluşumu.
- Resim Kavramları: Soyut, kategorik akıl yürütme.
- Resim Tamamlama: Görsel ayrıntılara dikkat etme.
Çalışma Belleği
İndeksi
Çalışma Belleği
İndeksi, sözlü olarak sunulan sözlü dizileri işlemek için çalışma bellek
işlemleri gerektirir. Sözlü olarak sunulan sıralı bilgileri basitçe geri
çağırmak içindir. Alt testler şunları içerir;
- Sayı Genişliği: İşitsel kısa süreli bellek.
- Rakam Aralığı: İşitsel çalışma belleği.
- Mektup Numarası Sıralama: Daha kısa dize uzunlukları hafızayı gösterir, uzun süreli işitsel işlemi yansıtmaktadır.
- Aritmetik: İşitsel kısa süreli bellek, işitsel çalışma belleği.
İşleme Hızı İndeksi
İşleme Hızı İndeksi, görsel algı ve organizasyon, görsel tarama ve
elleri-gözleri verimli bir şekilde kullanma becerisini gerektirir. Dikkat
faktörü de içermektedir. Alt testler şunları içerir;
·
Kodlama:
Hız ve doğruluk, tesadüfi öğrenme.
·
Sembol
Arama: Zihinsel işlem hızı ve doğruluğu.
Test sonucunda bütün
bu değerler raporlanarak ailenin bunun doğrultusunda çocuğun akademik yaşamına
devam etmesi tavsiye edilir. Yeterince gelişmiş alanlar, gelişememiş alanlar ve
standart seviyede gelişmiş alanlar kategorize edilerek sunulur.
Anne ve baba da hangi
alanda dest1ek sağlamaları gerektiğini objektif şekilde görerek ona göre bir
plan, program dahilinde ilerlerler. Bu hem çocuk için hem de ebeveynler için
sorunsuz bir ilişkinin belki de ilk adımı olarak görülebilir.
Referans: Wechsler,
D. (2003). WISC-R Australian Administration and Scoring Manual. Harcourt
Assessment.
Psikolog Cihan Çelik
6 Şubat 2017 Pazartesi
Belçika'da Anne/Babalar ve Çocukları
Merhabalar,
Çocuklarla
ilgili konulara değinmeye devam ediyoruz. Bu yazımızda aşağıda da okuyacağınız
üzere, gözleme dayalı ebeveyn tutumlarından bahsedeceğiz. Sosyal medya
sayesinde tanıştığımız arkadaşımız vasıtasıyla ortaya çıkan bir yazı ile
birlikte olacağız.
Şöyle ki;
Sema Er, 27
yaşında ve Belçika’nın Gent şehrinde dünyaya gelmiş. Ve okuduğu bölümle de
alakalı olarak ( Özel Eğitim Rehberliği
) sürekli çocuklarla ve aileler ile iç içe bir hayat geçiriyor. Sema’dan orada
gördüğü çocukları, ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarını gözlemleyip, not
etmesini istedim. O da sağolsun, beni kırmadı ve ortaya aşağıdaki yazı çıktı.
Yazıdaki amaç,
ne Belçikalı aileler ile Türkiyeli aileleri karşılaştırmak, ne eleştirmek ne de
yermek. Amacımız sadece kültürel olarak çocuk yetiştirme farklılıklarını görmek
ve bunları öğrenmek. Sonuçta, ne kadar çok bilirsek çocuklarımıza o kadar
faydalı olacağımız gerçeği ortada duruyor.
Hadi o zaman,
iyi okumalar sizlere:)
Belçika ve Ebeveyn Tutumları
Öncelikle
belirtmek isterim ki bu yazı sağlam kaynaklı bir araştırma sonucu değil tamamen
kendi gözlemlerimle, düşüncelerimi aktardığım bir yazıdır. Türk kimliğimle Belçika’da
doğdum ve kendimi bildim bileli burada yaşıyorum. Eğitimimi “özel eğitim
rehberliği” üzerine yapıyorum ve alan olarak çocuklara yöneldim. Üç sene içinde
toplam altı ay olmak üzere iki farklı kurumda stajyer olarak çalıştım ve
devamlı çocuklarla ve aileleri ile iç içe bulundum. Okulumun yanında son iki
senedir Belçikalı ailelerin hasta olan ve o an okula gidemeyen çocuklarına bakıyorum.
Yaşadığım bu tecrübeler, benim eğitime ve aile tutumuna olan bakış açımı
tamamen değiştirdi. Bugün yasadığım bir olayı göz önünde bulundurarak düşüncelerimi
sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazımda Türk tipi aileler ve Belçikalı aileler arasında
karşılaştırma yapmayacağım. Ben sizlere sadece Belçika’daki çocuk eğitimi ve
aile kavramı hakkında bilgi vereceğim. Karşılaştırmayı yapmak ise tamamen size
kalmış bir durum.
Bugün sekiz yaşında
hasta bir kız çocuğuna bakmaya gittim. Belçika uyruklu anne beni kapıda gayet güler
yüzlü ile karşıladı ve içeri girer girmez hasta kızını benimle tanıştırdı. Anne
daha önceden hiç bakıcıyla çalışmadığını ve bu sebepten dolayı önce kızının
onayını almak için onunla konuştuğunu anlattı. Gerçekten bu güzel hareketi takdir
ettim, çünkü kızı ‘hayır bakıcı istemiyorum’ cevabını verseydi annesi başka bir
ihtimali göz önünde bulundurarak benimle irtibata geçmeyecekti. Güzel geçen
günün ardından çocuğun 12 yaşındaki abisi eve geldi, bana selam verdi, biraz
konuştuk. Ardından daha sonra bilgisayarda oyun oynamaya başladı. Daha sonra ise
eve çocukların babası geldi. Benimle tanışıp günümüzün nasıl geçtiğini sordu.
Baba, daha sora bana oğlunun bana hoş geldin deyip demediğini ve benimle
konuşup konuşmadığını sordu. Bende selam verdiğini ve biraz konuştuğumuzu
söyledim. Baba, bana: ‘kusura bakma bazen çocuklar etrafındaki şeyleri unutup
teknolojiye dalabiliyor’ dedi. Ve iste o zaman bir kez daha anladım: Evet, eğitim
konusunda bu insanlar gerçekten başarılı. İki sene içinde belki en az 150 farklı
ailenin çocuğu ile ilgilendim. Çocuk ister iki yaşında olsun ister altı yaşında
olsun, ailesi mutlaka benimle tanıştırıyor ve hoş geldin dedirtiyor. Gideceğim
zaman da mutlaka güle güle dedirtiyor öp veya sarıl diyor. Burada çocuğa
verilen gerçekten çok önemli bir eğitim var. Şüphesiz ki bu eğitimin en önemli
kısmı da; insana saygı duymak ve ona değer vermek.
Deneyimlerimin
ve gözlemlerimin bana gösterdiği en önemli şey ailelerin eğitimi birlikte
veriyor olmaları. Genelde baba gündüz çalışır işe gider ve akşam gelince
çocuğuna vakit ayırır, diğer her şeyi anne yapar değil mi? Ama değil, Belçikalı
babalarda anneler kadar eğitimin içinde ve çocukları ile ciddi manada
ilgileniyor. Ders olsun, oyun olsun, ahlak olsun, edep ve adap olsun, kurallar,
cezalar ve daha sayamadığım birçok şey. Tabi şunu da atlamamak lazım; bu
insanlar için hayat gerçekten müşterek ve her şey ortak. Akşam yemeğini eve ilk
kim geliyorsa o hazırlıyor. Kulağa her ne kadar garip gelse de durum bu. Aslında
sadece anne ve babadan bahsediyorum ama büyükanne ve büyükbabanın katkısını yadsınamaz.
Gördüğüm bin tane misalden sadece bir tanesini veriyorum; bir gün tramvaya
bindim ve üç yaşındaki küçük bir kız çocuğu büyükannesine belki on belki de yirmi
soru sordu. Büyükanne büyük bir ‘sabır’ ile bütün soruları pes etmeden cevapladı.
Sabır kelimesi aslında çok yanlış oldu, çünkü bu insanlar için eğitimin bir parçası
ve çocukların gelişimi için yapılması gereken bir şey. ‘Yeter artık sus’ diyen
anne, baba, büyükanne, teyze, amca görmedim. Bu misalden birçok şey
çıkarabilirim. Bir kere toplum içinde çocuğun özgüvenini kırmıyorlar ve her
soruya cevap veriyorlar, yani çocuğun hayal gücünü, soru sorma tekniğini geliştirmesine
yardımcı oluyorlar. Çocukların önüne bir duvar örülmüyor ve nefes alacak alan
bırakıyorlar.
Belçikalı
aileler, çocuklarını kesinlikle şımarık yetiştirmiyor. Belirli kurallar vardır
ve bunu o 150 ailede genel olarak görebilirsiniz. En basiti, elinde bisküvili
bir çocuğu salonun bir yanından diğer yanına koşarak göremezsiniz. Eğer bir
çocuk sofraya konulan yemeği yemiyorsa, herkes yemeğini bitirene kadar beklemek
zorundadır. Bir alışveriş merkezine gittiğinizde ağlayan, bağıran bir çocuk görürseniz
bilin ki çocuğuna direnen bir anne/baba vardır. En zengin aile bile çocuğuna
karşı direnir ve çocuğun o an istediğini almaz. Bu cimrilikten veya almak
istememesinden değil. Belki kulağa gerçekten garip geliyor olabilir ama bu eğitimin
bir parçası. Çocuk bu şekilde her istediğinin, istediği an olamayacağını anlar.
Ailenin ağlayan çocuğa olan tepkisi açık ve nettir; bir kez durumu anlatır ve çocuk
hala ağlamaya devam ediyorsa kesinlikle umursamaz. Umursamıyor olması, çocuğa
zıt gitmesinden değil, sadece olması gereken bu olduğu içindir. Çünkü ne kadar çok
uğraşırsan, çocuğunda seninle o kadar çok uğraşacağına inanırlar. Üstelik
çocukları tehdit içeren cümleler, kızan bağıran kişiler göremezsiniz. Aileler çevredeki
garip bakışları aldırış etmeden yoluna devam ederler.
Staj yaptığım
yerde yirmi aylık bir çocuğun yemek esnasında ortak tencereden tabağına yemek koyduğunu
gördüm. Dökerek, oraya buraya sıçratarak koymaya devam ediyordu ve oradaki öğretmenler
sadece izliyordu. Yardım edebilir miyim? Yoksa koyamayacak dedim. Öğretmenler
ise; ‘hayır bırak kendi öğrensin, döke döke öğrenecek’ dedi. Bir buçuk yaşında
ki bir çocuğa bu kadar sorumluluk verilmesi garip geldi. Ama verilirmiş, bu çocuklar
gerçekten küçük yastan itibaren koruyucu sistemden uzak bir sistemde
yetiştiriliyor ve bu sayede özgüven ile büyüyorlar. Öğretmenler çocuklara küçük
ve çok basit görevler veriyorlar, fakat bu görevler o çocuklar için gerçekten
çok büyük. Görevin sonunda alacakları teşekkür onların özgüvenini geliştirmek için
en büyük sebep. Aynı şekilde ailelerde bu özveri ile çocuklarını yetiştiriyor. Hatta
bazen öyle sorumluluklar veriliyor ki bazen gerçekten çok abartıyorlar diyorum,
ama sonradan aslında hayatın gerçek yüzünü görmeleri için gerekli olan bu
diyorum. Belçikalı aileler, çocuklarına haftalık veya aylık harçlık verirler. O
harçlık dışında kesinlikle başka para verilmez ve eğer lüks takılmak isterlerse,
isterse çok zengin olsunlar aile çocuğunun çalışması için onu teşvik eder. Belçika
da on beş yaşından itibaren öğrenci olarak çalışabilirsin ve güzelde maaş alırsın.
Bu sayede çocuk sorumluluk almayı öğrenir ve lüks giderlerini kendisi öder. Yine
söylüyorum amaç burada cimrilik ve yahut ta tasarruf yapmak değil, gerçekten çocuğun
bazı değerleri anlaması içindir, belirli bir yaştan itibaren o sorumluluk
duygusunu alabilmesi içindir. Aileye veya kimseye bağlı yaşamasın ve kendi ayakları
üzerinde hayata karşı direnebilsin diyedir.
Evlere çalışmaya
giderken genelde kalın bir hırka alıyorum yanıma, çünkü üşüyorum. Evin sıcaklığı
genelde 20 derece oluyor, çocuğun uyuduğu oda ise on yedi le on sekiz derece. Ve
bize garip gelecek ama o çocuklar çıplak ayak ile evde dolanıyor, hatta bana
sırtımda ki hırka ile nasıl durduğumu, çok sıcak olduğunu söylüyorlar. Evet, bu
eğitimin neresinde diyeceksiniz, işte tam burada. Kontrolcü aileler yok, evladım
git ayağına patik giy, üşüyeceksin, hasta olacaksın diye ortada çılgınlar gibi
dönen bir anne/baba profili yok. Bu sadece verdiğim bir örnek, ama bunun gibi
onlarca örnek var. Çocuk kafasını sehpaya çarptığı zaman çocuğun etrafında
pervane olan anneler babalar yok. Bu düşüncesizlikten, samimiyetsizlikten,
sevgisizlikten değil. Bu yaşam alanıdır, aman çocuğum dur yapma canın acıyacak,
dur yapma düşeceksin, dur yapma zarar göreceksin diye deli divane ortada dönen ebeveynler
göremezsiniz. Çocuk düşe kalka öğrenir derler ya, evet gerçekten de öyle
oluyor. Çocuklarının üzerine çok fazla düşmüyorlar, bu sorumsuzluk değil onlara
özgürlük alanları tanımaktır.
Eğitim
sisteminden kaynaklanan bir durum olsa gerek ki burada çocuklar yarış atı gibi yetiştirilmiyor.
Herhangi bir okula serbest ve rahatça girebilirsin. Senin geleceğini belirleyen
sadece sene içinde girdiğin vize ve final sınavları, yıl sonunda öğretmenler bir
değerlendirme ile sınıfı geçip geçmeyeceğini, o bölümde başarılı olup
olamayacağını söylüyorlar. Kesinlikle torpil olamaz ki zaten puanlarına göre değerlendirme
yapılıyor. Burada her çocuk fen lisesini okuyabilir, tabi ki kendine güveniyorsan.
Yıl sonundaki değerlendirme devam edip edemeyeceğini gösteriyor. Bu sayede çocuklarda
hırs oluşmuyor. Çünkü herkes çalışabildiği yere kadar gelebilir. Hırsın olmayışının
en büyük sebeplerinden bir tanesi de özel okulların oluşunun çok az olması. Belçika’da ki
belki de okulların yüzde onu özeldir. Ve bu okulların normal devlet okullarından
bir farkı yoktur. Bir zamanlar başbakanın kızı ile aynı devlet okuluna
gidiyordum, o derece mütevazı bir eğitim sistemi var diyebilirim.
Evet, en önemli konumlardan
bir tanesi de çocuğun oyun alanı. Çalıştığım evlerin dolaplarını acıyorum ve gördüğüm
manzara beni şaşırtıyor. En az elli çeşit oyun var ve gerçekten eğitici
oyunlar. Yapbozu vb. tutun çeşit çeşit oyunlar. Tabi ki çocuklar bu oyunlar
yalnız başına oynamıyor, veya hepsiyle birden oynamıyorlar, oyuncaklarla
birlikte ailesi de keyifli bir şekilde çocuklara eşlik ediyorlar. Çocuklarınızla
kaliteli vakit geçirin denilir ya, iste tam da bu. Tren veya otobüs yolculuğu
mu yapacaksınız? Çocuk ile oyun devam ediyor, yanlarına üç, dört oyun alırlar,
boyama kitabi alırlar ve çocuklar bu şekilde vakit geçirirler. Çocukların
koltuktan kalktığını nadir görürsünüz, bağırıp çağırdığını çok nadir görürsünüz.
Ve hiçbir çocuğun elinde telefon veya tablet görmezsiniz. Aile çocuğunu
susturmak için bu yöntemi neredeyse hiç kullanmaz. Hatta ve hatta izin almadan
o telefona dokunmaz. Bu çocuk iki yaşında bile olsa, annesinin ne söylediğini
anlayabiliyorsa ‘hayır dokunmayacaksın’ demesinden anlar. Ve anne bunu ikinci
kez için asla tekrarlamaz. Belçikalı ailelerde kurallar vardır ve çocuk bunu
bir kere çiğneyecek olsa ve ailesinden tepki alsa, ikinci kez neredeyse hiç
denemez. Çünkü hayır onun için net bir cevaptır.
Bahsetmek istediğim
son konu ise oyun alanına dönen oturma odaları. Belçika’da, oturma odası veya
misafir odası diye bir kavram yok. Her evde genelde bir salon vardır, her zaman
orda oturulur. Gittiğim evlerde gördüğüm en önemli şey çocuklara ayrılan
alanlar. Görülüyor ki neredeyse zaman zaman evin yarısı çocuğa ait oluyor. Her
türlü oyuncak mevcuttur. İnsan kendini bir çocuk yuvasındaymış gibi hissediyor.
Görünüm olarak garip geliyor çünkü her yer oyun oynamaya müsait bir alan. Evin
birinde çadır bile vardı. Bir keresinde ciddi ciddi sordum. Neden çocuğun oyuncakları
odasında durmuyor da hepsi salonda duruyor? Sanki bu taraf sadece çocuğa ait
gibi duruyor. Annenin cevabı açık ve net oldu; ‘bu ev sadece ben yasamıyorum,
benim çocuğumda bu evde yaşıyor. Sadece salonum çirkin görünecek diye çocuğumu odasına
hapis edemem. Bu ailenin bir parçası olduğu için bu evin yarısında onun eşyalarının
olmasından daha doğal ne olabilir ki’ dedi. Ve o an içimden gerçekten tebrikler
dedim. Evin koca bir duvarında çocukların yaptığı resimleri görebilirsiniz.
Hani okulda yapılan ve eve gönderilen resimler var ya evet iste onları bu
evlerin duvarlarında geniş bir alanda görebilirsiniz. Çocuk ‘basit’ bir resim
yapsa bile aile onu duvara asıyor ve böylece onun kendi elleriyle yaptığı her şeye
değer veriliyor. Evim çirkin görünecek, ben misafirlere ne diyeceğim derdi
kesinlikle yok. O eve o çocuk yaşıyorsa onunda istediği olacak elbet. Bu yönlerini
gerçekten takdir ediyorum.
Bu yazı tamamen
genelleme üzerine yazılmıştır. Okul ve iş seviyesini soracak olursanız hepsi çalışan
anne ve babalar ve yüzde seksen oranın da üniversite bitirmiş yeni nesil
ailelerinden oluşuyor.
Evet, yazımız
burada sonlanıyor. Tekrarlıyorum, amacım yurt dışında yaşayan ve alanla ilgili
birinden çocuk/aile ilişkisini duyabilmekti. Ve bunu güzel bir şekilde
başararak, yazıya dökmüş oldu Sema sayesinde, kendisine buradan da teşekkür
ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)