6 Şubat 2017 Pazartesi

Belçika'da Anne/Babalar ve Çocukları


Merhabalar,

Çocuklarla ilgili konulara değinmeye devam ediyoruz. Bu yazımızda aşağıda da okuyacağınız üzere, gözleme dayalı ebeveyn tutumlarından bahsedeceğiz. Sosyal medya sayesinde tanıştığımız arkadaşımız vasıtasıyla ortaya çıkan bir yazı ile birlikte olacağız.

Şöyle ki;

Sema Er, 27 yaşında ve Belçika’nın Gent şehrinde dünyaya gelmiş. Ve okuduğu bölümle de alakalı olarak  ( Özel Eğitim Rehberliği ) sürekli çocuklarla ve aileler ile iç içe bir hayat geçiriyor. Sema’dan orada gördüğü çocukları, ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarını gözlemleyip, not etmesini istedim. O da sağolsun, beni kırmadı ve ortaya aşağıdaki yazı çıktı.

Yazıdaki amaç, ne Belçikalı aileler ile Türkiyeli aileleri karşılaştırmak, ne eleştirmek ne de yermek. Amacımız sadece kültürel olarak çocuk yetiştirme farklılıklarını görmek ve bunları öğrenmek. Sonuçta, ne kadar çok bilirsek çocuklarımıza o kadar faydalı olacağımız gerçeği ortada duruyor.

Hadi o zaman, iyi okumalar sizlere:)

  Belçika ve Ebeveyn Tutumları

Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı sağlam kaynaklı bir araştırma sonucu değil tamamen kendi gözlemlerimle, düşüncelerimi aktardığım bir yazıdır. Türk kimliğimle Belçika’da doğdum ve kendimi bildim bileli burada yaşıyorum. Eğitimimi “özel eğitim rehberliği” üzerine yapıyorum ve alan olarak çocuklara yöneldim. Üç sene içinde toplam altı ay olmak üzere iki farklı kurumda stajyer olarak çalıştım ve devamlı çocuklarla ve aileleri ile iç içe bulundum. Okulumun yanında son iki senedir Belçikalı ailelerin hasta olan ve o an okula gidemeyen çocuklarına bakıyorum. Yaşadığım bu tecrübeler, benim eğitime ve aile tutumuna olan bakış açımı tamamen değiştirdi. Bugün yasadığım bir olayı göz önünde bulundurarak düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazımda Türk tipi aileler ve Belçikalı aileler arasında karşılaştırma yapmayacağım. Ben sizlere sadece Belçika’daki çocuk eğitimi ve aile kavramı hakkında bilgi vereceğim. Karşılaştırmayı yapmak ise tamamen size kalmış bir durum.

Bugün sekiz yaşında hasta bir kız çocuğuna bakmaya gittim. Belçika uyruklu anne beni kapıda gayet güler yüzlü ile karşıladı ve içeri girer girmez hasta kızını benimle tanıştırdı. Anne daha önceden hiç bakıcıyla çalışmadığını ve bu sebepten dolayı önce kızının onayını almak için onunla konuştuğunu anlattı. Gerçekten bu güzel hareketi takdir ettim, çünkü kızı ‘hayır bakıcı istemiyorum’ cevabını verseydi annesi başka bir ihtimali göz önünde bulundurarak benimle irtibata geçmeyecekti. Güzel geçen günün ardından çocuğun 12 yaşındaki abisi eve geldi, bana selam verdi, biraz konuştuk. Ardından daha sonra bilgisayarda oyun oynamaya başladı. Daha sonra ise eve çocukların babası geldi. Benimle tanışıp günümüzün nasıl geçtiğini sordu. Baba, daha sora bana oğlunun bana hoş geldin deyip demediğini ve benimle konuşup konuşmadığını sordu. Bende selam verdiğini ve biraz konuştuğumuzu söyledim. Baba, bana: ‘kusura bakma bazen çocuklar etrafındaki şeyleri unutup teknolojiye dalabiliyor’ dedi. Ve iste o zaman bir kez daha anladım: Evet, eğitim konusunda bu insanlar gerçekten başarılı. İki sene içinde belki en az 150 farklı ailenin çocuğu ile ilgilendim. Çocuk ister iki yaşında olsun ister altı yaşında olsun, ailesi mutlaka benimle tanıştırıyor ve hoş geldin dedirtiyor. Gideceğim zaman da mutlaka güle güle dedirtiyor öp veya sarıl diyor. Burada çocuğa verilen gerçekten çok önemli bir eğitim var. Şüphesiz ki bu eğitimin en önemli kısmı da; insana saygı duymak ve ona değer vermek.  

Deneyimlerimin ve gözlemlerimin bana gösterdiği en önemli şey ailelerin eğitimi birlikte veriyor olmaları. Genelde baba gündüz çalışır işe gider ve akşam gelince çocuğuna vakit ayırır, diğer her şeyi anne yapar değil mi? Ama değil, Belçikalı babalarda anneler kadar eğitimin içinde ve çocukları ile ciddi manada ilgileniyor. Ders olsun, oyun olsun, ahlak olsun, edep ve adap olsun, kurallar, cezalar ve daha sayamadığım birçok şey. Tabi şunu da atlamamak lazım; bu insanlar için hayat gerçekten müşterek ve her şey ortak. Akşam yemeğini eve ilk kim geliyorsa o hazırlıyor. Kulağa her ne kadar garip gelse de durum bu. Aslında sadece anne ve babadan bahsediyorum ama büyükanne ve büyükbabanın katkısını yadsınamaz. Gördüğüm bin tane misalden sadece bir tanesini veriyorum; bir gün tramvaya bindim ve üç yaşındaki küçük bir kız çocuğu büyükannesine belki on belki de yirmi soru sordu. Büyükanne büyük bir ‘sabır’ ile bütün soruları pes etmeden cevapladı. Sabır kelimesi aslında çok yanlış oldu, çünkü bu insanlar için eğitimin bir parçası ve çocukların gelişimi için yapılması gereken bir şey. ‘Yeter artık sus’ diyen anne, baba, büyükanne, teyze, amca görmedim. Bu misalden birçok şey çıkarabilirim. Bir kere toplum içinde çocuğun özgüvenini kırmıyorlar ve her soruya cevap veriyorlar, yani çocuğun hayal gücünü, soru sorma tekniğini geliştirmesine yardımcı oluyorlar. Çocukların önüne bir duvar örülmüyor ve nefes alacak alan bırakıyorlar.

Belçikalı aileler, çocuklarını kesinlikle şımarık yetiştirmiyor. Belirli kurallar vardır ve bunu o 150 ailede genel olarak görebilirsiniz. En basiti, elinde bisküvili bir çocuğu salonun bir yanından diğer yanına koşarak göremezsiniz. Eğer bir çocuk sofraya konulan yemeği yemiyorsa, herkes yemeğini bitirene kadar beklemek zorundadır. Bir alışveriş merkezine gittiğinizde ağlayan, bağıran bir çocuk görürseniz bilin ki çocuğuna direnen bir anne/baba vardır. En zengin aile bile çocuğuna karşı direnir ve çocuğun o an istediğini almaz. Bu cimrilikten veya almak istememesinden değil. Belki kulağa gerçekten garip geliyor olabilir ama bu eğitimin bir parçası. Çocuk bu şekilde her istediğinin, istediği an olamayacağını anlar. Ailenin ağlayan çocuğa olan tepkisi açık ve nettir; bir kez durumu anlatır ve çocuk hala ağlamaya devam ediyorsa kesinlikle umursamaz. Umursamıyor olması, çocuğa zıt gitmesinden değil, sadece olması gereken bu olduğu içindir. Çünkü ne kadar çok uğraşırsan, çocuğunda seninle o kadar çok uğraşacağına inanırlar. Üstelik çocukları tehdit içeren cümleler, kızan bağıran kişiler göremezsiniz. Aileler çevredeki garip bakışları aldırış etmeden yoluna devam ederler.

Staj yaptığım yerde yirmi aylık bir çocuğun yemek esnasında ortak tencereden tabağına yemek koyduğunu gördüm. Dökerek, oraya buraya sıçratarak koymaya devam ediyordu ve oradaki öğretmenler sadece izliyordu. Yardım edebilir miyim? Yoksa koyamayacak dedim. Öğretmenler ise; ‘hayır bırak kendi öğrensin, döke döke öğrenecek’ dedi. Bir buçuk yaşında ki bir çocuğa bu kadar sorumluluk verilmesi garip geldi. Ama verilirmiş, bu çocuklar gerçekten küçük yastan itibaren koruyucu sistemden uzak bir sistemde yetiştiriliyor ve bu sayede özgüven ile büyüyorlar. Öğretmenler çocuklara küçük ve çok basit görevler veriyorlar, fakat bu görevler o çocuklar için gerçekten çok büyük. Görevin sonunda alacakları teşekkür onların özgüvenini geliştirmek için en büyük sebep. Aynı şekilde ailelerde bu özveri ile çocuklarını yetiştiriyor. Hatta bazen öyle sorumluluklar veriliyor ki bazen gerçekten çok abartıyorlar diyorum, ama sonradan aslında hayatın gerçek yüzünü görmeleri için gerekli olan bu diyorum. Belçikalı aileler, çocuklarına haftalık veya aylık harçlık verirler. O harçlık dışında kesinlikle başka para verilmez ve eğer lüks takılmak isterlerse, isterse çok zengin olsunlar aile çocuğunun çalışması için onu teşvik eder. Belçika da on beş yaşından itibaren öğrenci olarak çalışabilirsin ve güzelde maaş alırsın. Bu sayede çocuk sorumluluk almayı öğrenir ve lüks giderlerini kendisi öder. Yine söylüyorum amaç burada cimrilik ve yahut ta tasarruf yapmak değil, gerçekten çocuğun bazı değerleri anlaması içindir, belirli bir yaştan itibaren o sorumluluk duygusunu alabilmesi içindir. Aileye veya kimseye bağlı yaşamasın ve kendi ayakları üzerinde hayata karşı direnebilsin diyedir.

Evlere çalışmaya giderken genelde kalın bir hırka alıyorum yanıma, çünkü üşüyorum. Evin sıcaklığı genelde 20 derece oluyor, çocuğun uyuduğu oda ise on yedi le on sekiz derece. Ve bize garip gelecek ama o çocuklar çıplak ayak ile evde dolanıyor, hatta bana sırtımda ki hırka ile nasıl durduğumu, çok sıcak olduğunu söylüyorlar. Evet, bu eğitimin neresinde diyeceksiniz, işte tam burada. Kontrolcü aileler yok, evladım git ayağına patik giy, üşüyeceksin, hasta olacaksın diye ortada çılgınlar gibi dönen bir anne/baba profili yok. Bu sadece verdiğim bir örnek, ama bunun gibi onlarca örnek var. Çocuk kafasını sehpaya çarptığı zaman çocuğun etrafında pervane olan anneler babalar yok. Bu düşüncesizlikten, samimiyetsizlikten, sevgisizlikten değil. Bu yaşam alanıdır, aman çocuğum dur yapma canın acıyacak, dur yapma düşeceksin, dur yapma zarar göreceksin diye deli divane ortada dönen ebeveynler göremezsiniz. Çocuk düşe kalka öğrenir derler ya, evet gerçekten de öyle oluyor. Çocuklarının üzerine çok fazla düşmüyorlar, bu sorumsuzluk değil onlara özgürlük alanları tanımaktır.

Eğitim sisteminden kaynaklanan bir durum olsa gerek ki burada çocuklar yarış atı gibi yetiştirilmiyor. Herhangi bir okula serbest ve rahatça girebilirsin. Senin geleceğini belirleyen sadece sene içinde girdiğin vize ve final sınavları, yıl sonunda öğretmenler bir değerlendirme ile sınıfı geçip geçmeyeceğini, o bölümde başarılı olup olamayacağını söylüyorlar. Kesinlikle torpil olamaz ki zaten puanlarına göre değerlendirme yapılıyor. Burada her çocuk fen lisesini okuyabilir, tabi ki kendine güveniyorsan. Yıl sonundaki değerlendirme devam edip edemeyeceğini gösteriyor. Bu sayede çocuklarda hırs oluşmuyor. Çünkü herkes çalışabildiği yere kadar gelebilir. Hırsın olmayışının en büyük sebeplerinden bir tanesi de özel okulların oluşunun çok az olması. Belçika’da ki belki de okulların yüzde onu özeldir. Ve bu okulların normal devlet okullarından bir farkı yoktur. Bir zamanlar başbakanın kızı ile aynı devlet okuluna gidiyordum, o derece mütevazı bir eğitim sistemi var diyebilirim.

Evet, en önemli konumlardan bir tanesi de çocuğun oyun alanı. Çalıştığım evlerin dolaplarını acıyorum ve gördüğüm manzara beni şaşırtıyor. En az elli çeşit oyun var ve gerçekten eğitici oyunlar. Yapbozu vb. tutun çeşit çeşit oyunlar. Tabi ki çocuklar bu oyunlar yalnız başına oynamıyor, veya hepsiyle birden oynamıyorlar, oyuncaklarla birlikte ailesi de keyifli bir şekilde çocuklara eşlik ediyorlar. Çocuklarınızla kaliteli vakit geçirin denilir ya, iste tam da bu. Tren veya otobüs yolculuğu mu yapacaksınız? Çocuk ile oyun devam ediyor, yanlarına üç, dört oyun alırlar, boyama kitabi alırlar ve çocuklar bu şekilde vakit geçirirler. Çocukların koltuktan kalktığını nadir görürsünüz, bağırıp çağırdığını çok nadir görürsünüz. Ve hiçbir çocuğun elinde telefon veya tablet görmezsiniz. Aile çocuğunu susturmak için bu yöntemi neredeyse hiç kullanmaz. Hatta ve hatta izin almadan o telefona dokunmaz. Bu çocuk iki yaşında bile olsa, annesinin ne söylediğini anlayabiliyorsa ‘hayır dokunmayacaksın’ demesinden anlar. Ve anne bunu ikinci kez için asla tekrarlamaz. Belçikalı ailelerde kurallar vardır ve çocuk bunu bir kere çiğneyecek olsa ve ailesinden tepki alsa, ikinci kez neredeyse hiç denemez. Çünkü hayır onun için net bir cevaptır.

Bahsetmek istediğim son konu ise oyun alanına dönen oturma odaları. Belçika’da, oturma odası veya misafir odası diye bir kavram yok. Her evde genelde bir salon vardır, her zaman orda oturulur. Gittiğim evlerde gördüğüm en önemli şey çocuklara ayrılan alanlar. Görülüyor ki neredeyse zaman zaman evin yarısı çocuğa ait oluyor. Her türlü oyuncak mevcuttur. İnsan kendini bir çocuk yuvasındaymış gibi hissediyor. Görünüm olarak garip geliyor çünkü her yer oyun oynamaya müsait bir alan. Evin birinde çadır bile vardı. Bir keresinde ciddi ciddi sordum. Neden çocuğun oyuncakları odasında durmuyor da hepsi salonda duruyor? Sanki bu taraf sadece çocuğa ait gibi duruyor. Annenin cevabı açık ve net oldu; ‘bu ev sadece ben yasamıyorum, benim çocuğumda bu evde yaşıyor. Sadece salonum çirkin görünecek diye çocuğumu odasına hapis edemem. Bu ailenin bir parçası olduğu için bu evin yarısında onun eşyalarının olmasından daha doğal ne olabilir ki’ dedi. Ve o an içimden gerçekten tebrikler dedim. Evin koca bir duvarında çocukların yaptığı resimleri görebilirsiniz. Hani okulda yapılan ve eve gönderilen resimler var ya evet iste onları bu evlerin duvarlarında geniş bir alanda görebilirsiniz. Çocuk ‘basit’ bir resim yapsa bile aile onu duvara asıyor ve böylece onun kendi elleriyle yaptığı her şeye değer veriliyor. Evim çirkin görünecek, ben misafirlere ne diyeceğim derdi kesinlikle yok. O eve o çocuk yaşıyorsa onunda istediği olacak elbet. Bu yönlerini gerçekten takdir ediyorum.

Bu yazı tamamen genelleme üzerine yazılmıştır. Okul ve iş seviyesini soracak olursanız hepsi çalışan anne ve babalar ve yüzde seksen oranın da üniversite bitirmiş yeni nesil ailelerinden oluşuyor.

Evet, yazımız burada sonlanıyor. Tekrarlıyorum, amacım yurt dışında yaşayan ve alanla ilgili birinden çocuk/aile ilişkisini duyabilmekti. Ve bunu güzel bir şekilde başararak, yazıya dökmüş oldu Sema sayesinde, kendisine buradan da teşekkür ediyorum.