Merhabalar,
Çocuklarla
ilgili konulara değinmeye devam ediyoruz. Bu yazımızda aşağıda da okuyacağınız
üzere, gözleme dayalı ebeveyn tutumlarından bahsedeceğiz. Sosyal medya
sayesinde tanıştığımız arkadaşımız vasıtasıyla ortaya çıkan bir yazı ile
birlikte olacağız.
Şöyle ki;
Sema Er, 27
yaşında ve Belçika’nın Gent şehrinde dünyaya gelmiş. Ve okuduğu bölümle de
alakalı olarak ( Özel Eğitim Rehberliği
) sürekli çocuklarla ve aileler ile iç içe bir hayat geçiriyor. Sema’dan orada
gördüğü çocukları, ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarını gözlemleyip, not
etmesini istedim. O da sağolsun, beni kırmadı ve ortaya aşağıdaki yazı çıktı.
Yazıdaki amaç,
ne Belçikalı aileler ile Türkiyeli aileleri karşılaştırmak, ne eleştirmek ne de
yermek. Amacımız sadece kültürel olarak çocuk yetiştirme farklılıklarını görmek
ve bunları öğrenmek. Sonuçta, ne kadar çok bilirsek çocuklarımıza o kadar
faydalı olacağımız gerçeği ortada duruyor.
Hadi o zaman,
iyi okumalar sizlere:)
Belçika ve Ebeveyn Tutumları
Öncelikle
belirtmek isterim ki bu yazı sağlam kaynaklı bir araştırma sonucu değil tamamen
kendi gözlemlerimle, düşüncelerimi aktardığım bir yazıdır. Türk kimliğimle Belçika’da
doğdum ve kendimi bildim bileli burada yaşıyorum. Eğitimimi “özel eğitim
rehberliği” üzerine yapıyorum ve alan olarak çocuklara yöneldim. Üç sene içinde
toplam altı ay olmak üzere iki farklı kurumda stajyer olarak çalıştım ve
devamlı çocuklarla ve aileleri ile iç içe bulundum. Okulumun yanında son iki
senedir Belçikalı ailelerin hasta olan ve o an okula gidemeyen çocuklarına bakıyorum.
Yaşadığım bu tecrübeler, benim eğitime ve aile tutumuna olan bakış açımı
tamamen değiştirdi. Bugün yasadığım bir olayı göz önünde bulundurarak düşüncelerimi
sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazımda Türk tipi aileler ve Belçikalı aileler arasında
karşılaştırma yapmayacağım. Ben sizlere sadece Belçika’daki çocuk eğitimi ve
aile kavramı hakkında bilgi vereceğim. Karşılaştırmayı yapmak ise tamamen size
kalmış bir durum.
Bugün sekiz yaşında
hasta bir kız çocuğuna bakmaya gittim. Belçika uyruklu anne beni kapıda gayet güler
yüzlü ile karşıladı ve içeri girer girmez hasta kızını benimle tanıştırdı. Anne
daha önceden hiç bakıcıyla çalışmadığını ve bu sebepten dolayı önce kızının
onayını almak için onunla konuştuğunu anlattı. Gerçekten bu güzel hareketi takdir
ettim, çünkü kızı ‘hayır bakıcı istemiyorum’ cevabını verseydi annesi başka bir
ihtimali göz önünde bulundurarak benimle irtibata geçmeyecekti. Güzel geçen
günün ardından çocuğun 12 yaşındaki abisi eve geldi, bana selam verdi, biraz
konuştuk. Ardından daha sonra bilgisayarda oyun oynamaya başladı. Daha sonra ise
eve çocukların babası geldi. Benimle tanışıp günümüzün nasıl geçtiğini sordu.
Baba, daha sora bana oğlunun bana hoş geldin deyip demediğini ve benimle
konuşup konuşmadığını sordu. Bende selam verdiğini ve biraz konuştuğumuzu
söyledim. Baba, bana: ‘kusura bakma bazen çocuklar etrafındaki şeyleri unutup
teknolojiye dalabiliyor’ dedi. Ve iste o zaman bir kez daha anladım: Evet, eğitim
konusunda bu insanlar gerçekten başarılı. İki sene içinde belki en az 150 farklı
ailenin çocuğu ile ilgilendim. Çocuk ister iki yaşında olsun ister altı yaşında
olsun, ailesi mutlaka benimle tanıştırıyor ve hoş geldin dedirtiyor. Gideceğim
zaman da mutlaka güle güle dedirtiyor öp veya sarıl diyor. Burada çocuğa
verilen gerçekten çok önemli bir eğitim var. Şüphesiz ki bu eğitimin en önemli
kısmı da; insana saygı duymak ve ona değer vermek.
Deneyimlerimin
ve gözlemlerimin bana gösterdiği en önemli şey ailelerin eğitimi birlikte
veriyor olmaları. Genelde baba gündüz çalışır işe gider ve akşam gelince
çocuğuna vakit ayırır, diğer her şeyi anne yapar değil mi? Ama değil, Belçikalı
babalarda anneler kadar eğitimin içinde ve çocukları ile ciddi manada
ilgileniyor. Ders olsun, oyun olsun, ahlak olsun, edep ve adap olsun, kurallar,
cezalar ve daha sayamadığım birçok şey. Tabi şunu da atlamamak lazım; bu
insanlar için hayat gerçekten müşterek ve her şey ortak. Akşam yemeğini eve ilk
kim geliyorsa o hazırlıyor. Kulağa her ne kadar garip gelse de durum bu. Aslında
sadece anne ve babadan bahsediyorum ama büyükanne ve büyükbabanın katkısını yadsınamaz.
Gördüğüm bin tane misalden sadece bir tanesini veriyorum; bir gün tramvaya
bindim ve üç yaşındaki küçük bir kız çocuğu büyükannesine belki on belki de yirmi
soru sordu. Büyükanne büyük bir ‘sabır’ ile bütün soruları pes etmeden cevapladı.
Sabır kelimesi aslında çok yanlış oldu, çünkü bu insanlar için eğitimin bir parçası
ve çocukların gelişimi için yapılması gereken bir şey. ‘Yeter artık sus’ diyen
anne, baba, büyükanne, teyze, amca görmedim. Bu misalden birçok şey
çıkarabilirim. Bir kere toplum içinde çocuğun özgüvenini kırmıyorlar ve her
soruya cevap veriyorlar, yani çocuğun hayal gücünü, soru sorma tekniğini geliştirmesine
yardımcı oluyorlar. Çocukların önüne bir duvar örülmüyor ve nefes alacak alan
bırakıyorlar.
Belçikalı
aileler, çocuklarını kesinlikle şımarık yetiştirmiyor. Belirli kurallar vardır
ve bunu o 150 ailede genel olarak görebilirsiniz. En basiti, elinde bisküvili
bir çocuğu salonun bir yanından diğer yanına koşarak göremezsiniz. Eğer bir
çocuk sofraya konulan yemeği yemiyorsa, herkes yemeğini bitirene kadar beklemek
zorundadır. Bir alışveriş merkezine gittiğinizde ağlayan, bağıran bir çocuk görürseniz
bilin ki çocuğuna direnen bir anne/baba vardır. En zengin aile bile çocuğuna
karşı direnir ve çocuğun o an istediğini almaz. Bu cimrilikten veya almak
istememesinden değil. Belki kulağa gerçekten garip geliyor olabilir ama bu eğitimin
bir parçası. Çocuk bu şekilde her istediğinin, istediği an olamayacağını anlar.
Ailenin ağlayan çocuğa olan tepkisi açık ve nettir; bir kez durumu anlatır ve çocuk
hala ağlamaya devam ediyorsa kesinlikle umursamaz. Umursamıyor olması, çocuğa
zıt gitmesinden değil, sadece olması gereken bu olduğu içindir. Çünkü ne kadar çok
uğraşırsan, çocuğunda seninle o kadar çok uğraşacağına inanırlar. Üstelik
çocukları tehdit içeren cümleler, kızan bağıran kişiler göremezsiniz. Aileler çevredeki
garip bakışları aldırış etmeden yoluna devam ederler.
Staj yaptığım
yerde yirmi aylık bir çocuğun yemek esnasında ortak tencereden tabağına yemek koyduğunu
gördüm. Dökerek, oraya buraya sıçratarak koymaya devam ediyordu ve oradaki öğretmenler
sadece izliyordu. Yardım edebilir miyim? Yoksa koyamayacak dedim. Öğretmenler
ise; ‘hayır bırak kendi öğrensin, döke döke öğrenecek’ dedi. Bir buçuk yaşında
ki bir çocuğa bu kadar sorumluluk verilmesi garip geldi. Ama verilirmiş, bu çocuklar
gerçekten küçük yastan itibaren koruyucu sistemden uzak bir sistemde
yetiştiriliyor ve bu sayede özgüven ile büyüyorlar. Öğretmenler çocuklara küçük
ve çok basit görevler veriyorlar, fakat bu görevler o çocuklar için gerçekten
çok büyük. Görevin sonunda alacakları teşekkür onların özgüvenini geliştirmek için
en büyük sebep. Aynı şekilde ailelerde bu özveri ile çocuklarını yetiştiriyor. Hatta
bazen öyle sorumluluklar veriliyor ki bazen gerçekten çok abartıyorlar diyorum,
ama sonradan aslında hayatın gerçek yüzünü görmeleri için gerekli olan bu
diyorum. Belçikalı aileler, çocuklarına haftalık veya aylık harçlık verirler. O
harçlık dışında kesinlikle başka para verilmez ve eğer lüks takılmak isterlerse,
isterse çok zengin olsunlar aile çocuğunun çalışması için onu teşvik eder. Belçika
da on beş yaşından itibaren öğrenci olarak çalışabilirsin ve güzelde maaş alırsın.
Bu sayede çocuk sorumluluk almayı öğrenir ve lüks giderlerini kendisi öder. Yine
söylüyorum amaç burada cimrilik ve yahut ta tasarruf yapmak değil, gerçekten çocuğun
bazı değerleri anlaması içindir, belirli bir yaştan itibaren o sorumluluk
duygusunu alabilmesi içindir. Aileye veya kimseye bağlı yaşamasın ve kendi ayakları
üzerinde hayata karşı direnebilsin diyedir.
Evlere çalışmaya
giderken genelde kalın bir hırka alıyorum yanıma, çünkü üşüyorum. Evin sıcaklığı
genelde 20 derece oluyor, çocuğun uyuduğu oda ise on yedi le on sekiz derece. Ve
bize garip gelecek ama o çocuklar çıplak ayak ile evde dolanıyor, hatta bana
sırtımda ki hırka ile nasıl durduğumu, çok sıcak olduğunu söylüyorlar. Evet, bu
eğitimin neresinde diyeceksiniz, işte tam burada. Kontrolcü aileler yok, evladım
git ayağına patik giy, üşüyeceksin, hasta olacaksın diye ortada çılgınlar gibi
dönen bir anne/baba profili yok. Bu sadece verdiğim bir örnek, ama bunun gibi
onlarca örnek var. Çocuk kafasını sehpaya çarptığı zaman çocuğun etrafında
pervane olan anneler babalar yok. Bu düşüncesizlikten, samimiyetsizlikten,
sevgisizlikten değil. Bu yaşam alanıdır, aman çocuğum dur yapma canın acıyacak,
dur yapma düşeceksin, dur yapma zarar göreceksin diye deli divane ortada dönen ebeveynler
göremezsiniz. Çocuk düşe kalka öğrenir derler ya, evet gerçekten de öyle
oluyor. Çocuklarının üzerine çok fazla düşmüyorlar, bu sorumsuzluk değil onlara
özgürlük alanları tanımaktır.
Eğitim
sisteminden kaynaklanan bir durum olsa gerek ki burada çocuklar yarış atı gibi yetiştirilmiyor.
Herhangi bir okula serbest ve rahatça girebilirsin. Senin geleceğini belirleyen
sadece sene içinde girdiğin vize ve final sınavları, yıl sonunda öğretmenler bir
değerlendirme ile sınıfı geçip geçmeyeceğini, o bölümde başarılı olup
olamayacağını söylüyorlar. Kesinlikle torpil olamaz ki zaten puanlarına göre değerlendirme
yapılıyor. Burada her çocuk fen lisesini okuyabilir, tabi ki kendine güveniyorsan.
Yıl sonundaki değerlendirme devam edip edemeyeceğini gösteriyor. Bu sayede çocuklarda
hırs oluşmuyor. Çünkü herkes çalışabildiği yere kadar gelebilir. Hırsın olmayışının
en büyük sebeplerinden bir tanesi de özel okulların oluşunun çok az olması. Belçika’da ki
belki de okulların yüzde onu özeldir. Ve bu okulların normal devlet okullarından
bir farkı yoktur. Bir zamanlar başbakanın kızı ile aynı devlet okuluna
gidiyordum, o derece mütevazı bir eğitim sistemi var diyebilirim.
Evet, en önemli konumlardan
bir tanesi de çocuğun oyun alanı. Çalıştığım evlerin dolaplarını acıyorum ve gördüğüm
manzara beni şaşırtıyor. En az elli çeşit oyun var ve gerçekten eğitici
oyunlar. Yapbozu vb. tutun çeşit çeşit oyunlar. Tabi ki çocuklar bu oyunlar
yalnız başına oynamıyor, veya hepsiyle birden oynamıyorlar, oyuncaklarla
birlikte ailesi de keyifli bir şekilde çocuklara eşlik ediyorlar. Çocuklarınızla
kaliteli vakit geçirin denilir ya, iste tam da bu. Tren veya otobüs yolculuğu
mu yapacaksınız? Çocuk ile oyun devam ediyor, yanlarına üç, dört oyun alırlar,
boyama kitabi alırlar ve çocuklar bu şekilde vakit geçirirler. Çocukların
koltuktan kalktığını nadir görürsünüz, bağırıp çağırdığını çok nadir görürsünüz.
Ve hiçbir çocuğun elinde telefon veya tablet görmezsiniz. Aile çocuğunu
susturmak için bu yöntemi neredeyse hiç kullanmaz. Hatta ve hatta izin almadan
o telefona dokunmaz. Bu çocuk iki yaşında bile olsa, annesinin ne söylediğini
anlayabiliyorsa ‘hayır dokunmayacaksın’ demesinden anlar. Ve anne bunu ikinci
kez için asla tekrarlamaz. Belçikalı ailelerde kurallar vardır ve çocuk bunu
bir kere çiğneyecek olsa ve ailesinden tepki alsa, ikinci kez neredeyse hiç
denemez. Çünkü hayır onun için net bir cevaptır.
Bahsetmek istediğim
son konu ise oyun alanına dönen oturma odaları. Belçika’da, oturma odası veya
misafir odası diye bir kavram yok. Her evde genelde bir salon vardır, her zaman
orda oturulur. Gittiğim evlerde gördüğüm en önemli şey çocuklara ayrılan
alanlar. Görülüyor ki neredeyse zaman zaman evin yarısı çocuğa ait oluyor. Her
türlü oyuncak mevcuttur. İnsan kendini bir çocuk yuvasındaymış gibi hissediyor.
Görünüm olarak garip geliyor çünkü her yer oyun oynamaya müsait bir alan. Evin
birinde çadır bile vardı. Bir keresinde ciddi ciddi sordum. Neden çocuğun oyuncakları
odasında durmuyor da hepsi salonda duruyor? Sanki bu taraf sadece çocuğa ait
gibi duruyor. Annenin cevabı açık ve net oldu; ‘bu ev sadece ben yasamıyorum,
benim çocuğumda bu evde yaşıyor. Sadece salonum çirkin görünecek diye çocuğumu odasına
hapis edemem. Bu ailenin bir parçası olduğu için bu evin yarısında onun eşyalarının
olmasından daha doğal ne olabilir ki’ dedi. Ve o an içimden gerçekten tebrikler
dedim. Evin koca bir duvarında çocukların yaptığı resimleri görebilirsiniz.
Hani okulda yapılan ve eve gönderilen resimler var ya evet iste onları bu
evlerin duvarlarında geniş bir alanda görebilirsiniz. Çocuk ‘basit’ bir resim
yapsa bile aile onu duvara asıyor ve böylece onun kendi elleriyle yaptığı her şeye
değer veriliyor. Evim çirkin görünecek, ben misafirlere ne diyeceğim derdi
kesinlikle yok. O eve o çocuk yaşıyorsa onunda istediği olacak elbet. Bu yönlerini
gerçekten takdir ediyorum.
Bu yazı tamamen
genelleme üzerine yazılmıştır. Okul ve iş seviyesini soracak olursanız hepsi çalışan
anne ve babalar ve yüzde seksen oranın da üniversite bitirmiş yeni nesil
ailelerinden oluşuyor.
Evet, yazımız
burada sonlanıyor. Tekrarlıyorum, amacım yurt dışında yaşayan ve alanla ilgili
birinden çocuk/aile ilişkisini duyabilmekti. Ve bunu güzel bir şekilde
başararak, yazıya dökmüş oldu Sema sayesinde, kendisine buradan da teşekkür
ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder